Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini bırakmadan Cumhurbaşkanlığı aday adaylığı sürecine girmesi, siyasette etik ve kurumsal disiplin açısından büyük bir çelişki yaratmaktadır.  

İstanbul halkının kendisine verdiği yetkiyi tam anlamıyla kullanmadan, daha büyük bir siyasi hedef peşinde koşması, seçmene saygısızlık ve siyasi etiğe aykırı bir tutumdur.  

Bu durum, yalnızca İmamoğlu’nun şahsi siyasi hırslarının değil, aynı zamanda CHP’nin kurumsal yapısındaki çöküşün de açık bir göstergesidir. 

Binali Yıldırım Örneği: AK Parti’nin Gözettiği Devlet Ciddiyeti 

2019 yerel seçimlerinde AK Parti’nin adayı olan Binali Yıldırım, TBMM Başkanlığı görevinden istifa ederek İBB Başkanlığına aday olmuştu. AK Parti, yürütme yetkisini elinde bulunduran bir ismin, seçim sürecinde devlet imkanlarını kullanmaması gerektiği yönünde bir ilke belirlemişti. Bu bağlamda Yıldırım’ın istifası, bir devlet adamının sorumluluk sahibi bir duruş sergilemesinin örneğiydi. 

Ancak bugün, İmamoğlu’nun benzer bir durumda olmasına rağmen, belediye başkanlığı görevini bırakmadan Cumhurbaşkanlığı yarışına girmeye çalışması tam anlamıyla bir çifte standarttır. Kamu kaynaklarını kişisel siyasi hırsları uğruna kullanmak, etik değerlerle bağdaşmadığı gibi, seçilmiş olduğu makama da saygısızlıktır. 

İstanbul, bir kişinin siyasi kariyer planlamasının aracı haline getirilemez. 

Bu olay, CHP’nin kurumsal yapısının da ne denli zayıf olduğunu gözler önüne sermektedir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, İmamoğlu’nun bu sürecine karşı net bir duruş sergileyememesi, partinin iç disiplin ve etik değerlerden tamamen uzaklaştığını gösteriyor. Eğer CHP gerçekten kurumsal bir parti olsaydı, ya İmamoğlu’na istifa etmesini ya da belediye başkanlığı görevine odaklanmasını zorunlu kılardı. Ancak parti içindeki güçlü figürler kendi bireysel menfaatlerine göre hareket edebiliyor ve parti yönetimi buna sessiz kalıyorsa, CHP’nin artık bir kurumsal yapıdan söz edilemeyecek kadar zayıfladığı ortaya çıkıyor. 

İmamoğlu’nun bu tutumu, hem CHP’yi hem de İstanbul’u siyasi bir pazarlık alanına dönüştürmektedir. Seçmen, kendisine hizmet etmesi için yetki verdiği bir liderin, farklı siyasi hesaplar peşinde koşmasını kabul etmek zorunda değildir.  

Eğer bir siyasetçi daha büyük bir makama talip olmak istiyorsa, önce mevcut sorumluluğunu yerine getirmeli ve seçmene karşı duyduğu sorumluluğun gereğini yerine getirmelidir. 

Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan istifa etmeden Cumhurbaşkanlığına aday olması, siyasi samimiyetsizlik ve ilkesizlik örneğidir.  

İstanbul halkının oylarıyla seçilmiş bir lider, eğer başka bir siyasi hedef peşinde koşuyorsa, önce mevcut görevinden ayrılmalı ve açık bir şekilde seçmene hesap vermelidir. Aksi takdirde bu tutum, siyasette etik ve ilkelilikten uzak, sadece kişisel çıkarların gözetildiği bir anlayışın göstergesi olmaktan öteye gitmeyecektir. CHP ve İmamoğlu, ya ilkesel bir duruş sergileyerek net bir karar almalı ya da siyasi ahlak konusundaki söylemlerinin içi boş olduğunun farkına varmalıdır.